3 Ekim 2013 Perşembe

nilsel mevzular

evvelce çok başka milatlarla ikiye ayırdığım hayatımı bi süredir "Nil'den önce ve Nil'den sonra" diye ikiye ayırıyorum. adettendir çünkü bu ikiye ayırmalar, ya yenilen büyük kazık, ya edinilen mühim tecrübe, öğreti yahut tarifsiz bi sevgi bu ikiye ayırmayı gerekli kılar; artık neyse senin hayatında eksik yahut fazla ona göre yaparsın bi milat hayatınca.

neyse işte ben bi süredir ziyadesiyle Nil miladıyla yaşıyorum.

hayır hepimiz, en çirkinimiz, en şapşalımız, en malımız da dahil bi anneden doğduk ve anaçsal süreçler dahilinde bütün o sıfatlarımıza kavuştuk.

şimdi bana malsın ama annene dünyanın en mucizevi varlığısın. sen bu mallığını cümle aleme beyan edene dek halana, teyzene, dayına, babaanne dedene de acayip akıllı ve güzeldin. annene hala öylesin, anne bu ne yapsan boşverdirtemezsin; annemden biliyorum. zira kızar falan ama dünyalara değişmez sümüğümü bile.

dönersek Nil'e: abi her çocuk emekler, hepsi yürüme arefesinde ve ilk safhasında pek sevimli triplere girer. hepsi ellerini çiftetelli kıvamında açıp popsunu titreterek dengeyi keşfeder, diş fırçalamaları bi alemdir, bütün bebekler çikolata yerken saçından ayak parmağına o nesneye bulanır ve hepsi yakınlarına göre dünyanın en sevimli çikolata canavarıdır.

ama işte değil. objektif ve mantıklı  olma yetisini kaybetme durumuna diyoruz biz "anne, dayı, teyze, hala, anneanne" falan diye.

kan bağı nasıl ilkel bir mucize. hayır sanki kakası bile farklı. evet kabul çiçek kokmuyor ama olsun; az zaman sonra çiçeğe de kokar. saçları var mesela kıvrık kıvrık bi görseniz. hayır bi tek kuzumda var. sonra bi tombiş elleriyle diş fırçalaması, bi yürümesi, sehpaya tırmanması. .. hayır canım ne alaka.. tabi bi tek Nil'de var! boşuna mı seviyoruz allasen, seviyorsak bi sebebi var!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder