30 Eylül 2013 Pazartesi

piç miyim oolum ben?

valla başgan bana ailem "Türksün evladım sen." dedi. sonra okula gittim işte, orda da Türk olduğumu söylediler. "öğretmen yalan mı söylicek allasen, Türküm madem o zaman." deyip devam ettim yoluma. 

ama işte sen "laz kardeşim, kürt kardeşim" falan diye ortalığı estirip açılımlar yapmaya başlayınca "bu böyle olmaz, kesinkes benim de başka bir adım olmalı, muhakkak beni de asimile etti bu cehape zihniyeti!" diye yedi ceddimi araştırmaya başladım. 

gözümü açtın başganım. 

babamla başladım. kendisi Türk olmakta kararlı. sonra dedeme geçtim: ı ıhhh! inatla Türk. nuh diyor peygamber demiyor. eşeledim biraz, malum Balkanları Türkleştirme politikası, yeni yurt kurma, yüzyıllar boyu orda yaşadıktan sonra patlayan savaş ve sürgün hikayesi, savaştan kaçıp canını kurtarma derdiyle büyük göç anavatana... uzun seneler, Hıristiyan tebaa içinde yaşanan asırlar, kim bilir nice sevdalar... 

"yok!" dedim, "olamaz. kesin vardır bir yerde bi gavur kanı. böylelikle ben de bulurum öz kimliğimi!" 

neyse, bi kitap buldum evde, üşenmemiş bizim ihtiyar heyetinden bi amca yazmış nerdeyse 10 kuşak boyunca. hatrı sayılır bir soy ağacı duruyor karşımda! aradım taradım bulayım bi sofia, nadia, emilia falan diye ama, ne fayda! 

az daha eşeleyince ulaştığım bilgi balkan fetihlerinden sonra ya Aydın'dan ya Konya'dan giden atalarımın Balkan'ı yurt tuttuğu yönünde. ötesi ıvır zıvır hikaye. 

şimdi başgan, görüyorsun ben kendime elle tutulur bi etnik köken bulamadım. öyle üstün körü Türk deyip geçiyoruz. senden ricam, bize de havalı bi etnik köken buluversen! çok ezik hissediyorum kendimi, lütfen!


28 Eylül 2013 Cumartesi

bir tuvalet paspası sorunsalı

bu ara ara olur bana hep. bilemem neyle ilgilensem, vaktimi neye gömsem, şefkatimi nasıl tüketsem... biraz orhan'ı bunaltır, pızıkır, mızmızlanır, sonra bilmem hangi derde peyda olur koşuturup dururken hepsini unuturum.

genel olarak tatil günlerinde  zaatımı ele geçiren bu hissiyat beni bugün nirvanaya doğru bir basamak döşemeye yöneltti, o da şudur ki: bir evcil hayvan edinmeli!

bu fikir tahmin edileceği üzere tam olarak aklıma tuvalette geldi. e hep öyle olmaz mı Türk'ün aklı... aklımın yarısı midemde, öbür yarısı "bari bi kedim köpeği olaydı, gelip ayağımı falan yalar beni tuvalet paspasının üstünde yatarken oyalardı" fikrinde.  "hah!" dedim, "tamam. işte budur ihtiyacım olan!"

hayvan seçmek önemli. bi kere hayvan dediğin akıllı olacak. edepli olacak, sağa sola kakasını yapmayacak. balık mesela bu hususta tartışılmaz bir üstünlüğe sahip. ama nasıl gelip de ilgilenecek zaatımla? umurunda bile olmam. hem zaten evvelce oldu bir balık maceram.

yine böyle mızmızlanmalarıma dayanamayan kocam, 2 balık alıp gelmişti eve. minnacık iki japon, elindeki poşetin içinde, nasıl bi sevimli göründüydü kocam o gün kapıda dururken gözüme. törenle yeni yuvalarına yerleştirdik yeni yavrularımızı, yemlerini de verip çıkıp gittik annemlere. pek tabii durunamadık, artık sorumluluk sahibi insanlardık. izin isteyip evde bıraktığımız yavrularımıza koştuk, kapıyı kırarcasına açıp soluğu akvaryumumuzun dibinde aldık! evet, içimize doğmuş olmalıydı bu felaket ki, bi an evvel eve ulaşmak için bilmem kaç kırmızı ışıkta gaza bastık.

sonuç? yavrularımız telef, ters dönmüş duruyorlar suyun üstünde. yas ilan ettik, gömdük yavrularımızı açelyamızın dibine. olmamıştı işte. bakamamıştık iki balığa bile... o gün bu gün, geçmemişti lafı, evcil hayvanın evimizde...

dönelim yine benim aklımda tam olarak tuvalette ışıyan fikre. balık olmaz, hem ayıp evvelkilere, hem dertten anlamaz deva olmaz kişiye. kuş? cık! kaplumbağa? ı ıhh! at evcil değil, hem bizim kutu evde koşamaz.

kedi yahut köpeğe yönelmeli. ama hangisi?

ya da ondan önce evcil hayvan edinmeyle ilgili çekincelerimi ölçüp tartsam daha mı iyi?

evde bir ayıyla yaşadığım oluyor ara ara. acaba bi kedi, bi köpekle yaşamak da o kadar kolay mı ki? sıkılır mıyım, üç gün sonra vurur muyum kafamı duvarların en keskin köşelerine yahut isyan eder miyim vicdanıma?

tanrım, napıciiim ben? bi yol göster şu garip kuluna! hoş yol göstersen anlayabilecek kapasite vermiş misin bana, o da ayrı bi muamma.

27 Eylül 2013 Cuma

dna'ma tükürsem ne fayda?

bu yaz-boz işlerine malum yerde başladım. evveliyatı da vardı elbet lakin "saçmalıyorum bir de üşenmeden okuyor insanlar" idrakım belirttiğim şekilde vuku buldu şahsımda.

ziyadesiyle uyumlu, her düşünceye saygılı, pek anlayışlı biri olabilirdim; genlerim müsaitti buna ancak pek acıklı bir şekilde olamadım. bilmem ne sebeple kardeşçeğizime giden tüm iyi niyetli ve becerikli genler bana selam bile vermeden yol almışlar. nerde var bi lanet gen, nerde var bi sinir bozucu huy toplanmışlar dna'mın mahalle kahvesinde batağa, orada karar verip artık bu boş işleri bırakıp adam olmaya, beni bulmuşlar sanki o anda bu gazla, çöreklenmişler ikili sarmalıma!

o kadar da bi ibretlik insanım! özel falan değilim haşa, kendimi farklı kılmak gibi manasız bir amacın peşinde koştuğum da sanılmaya! ibret kısmı bu seçilmiş uyumsuz ve huzursuz genleri olanca mükemmelliğiyle taşımamda!

ben bunu anlatmayacaktım halbuki! çok başka bir amaçla çıkmıştım yola; ama dedim ya, zaten şuursuzluğum işte tam böyle konularda vuku bulmakta. ek-fiil anlatmak için çıktığım yola evrimle nokta koyabiliyorum mesela. işte tam şu anda olduğu gibi hiçbir vakit bilemiyorum ben nasıl sürüklendim taaa oralara.

ne diyordum, ha yaz-boz işleri...

blog olayı mükemmel oldu mesela. zira makul bir kitleye dökmekteyim içimi. söyleyemeyip yazabildiğim nice şeyi perdeleme derdim yok burda. dert kimsenin okumayacağı bir kağıda döküldüğüne, dökülmesinin manası olmuyor zira. birileri seni anlamadan dökmüş olamıyorsun içindeki zehri. zehri dökmek için seçici davranabileceğim bir alan yaratmış olmam aslında tam manasıyla bu blogsal mesele. nasılsa "aaa, bakalım nolmuş, kocasıyla arası mı bozuk? ohhh, zaten evlendiğine şaşmalı." insanı üşenip okumayacak ne saçmaladım acaba diye!

kınayacak hısım akraba-i tarikattan, minik beyinli tanışlardan, iptidai ve iktidarsal salaklardan uzakta savuruyorum kendimce, perdesizce, incelikli olmaya çalışmaksızın ne varsa dilimde.

deborah o kadar da kötü bir seçim yapmamıştı. niye çekip aldınız onu karanlığınıza? aydınlık herkes için aynı olmak zorunda mı, somut gerçeklerin kime ne faydası var allah aşkına?

nurcan iftiharla sunar: özteknosa

çok düşündüm, karar verdim: "özteknosa" açıyorum! 

hee bildiğin özteknosa. bizim mahalleye. caddeden bi dükkan kiralarım. iki televizyon, üç telefon artık paramın yettiği kadar da elektronik eşya attım mı içeri; ohhh mis! bir de ucuz yollu "orijinal kaçak" getirtirim şemdinli'den; malum her keseye uygun mal satmak ticaretin olmazsa olmazı. geçsin beyim kafasına göre işletsin! sabah işe gitsin, akşam insan gibi bi saatte gelsin!

ne oolum bu, bi işin saati olur, görev tanımının sınırı olur; bi insanın evi olur, anası, babası, karısı olur. kapitalizmin vücut bulmuş hali, ocağa dikilen incir ağacının hormonlu meyvesi... 2 senedir evliyim, standart evli insanların beraber geçirdiği vaktin 10'da birini geçirmediğimize eminim. milletin çocuğu oluyo, yaşına giriyo anca gidip görüyoruz.

iyi taraflarını görmeyi de öğrendim, ama şimdi sırası değil bunun.

açıcam özteknosa'yı, kafam rahat olsun! normal insanlar gibi akşam 7'de sofra kurulsun, hafta sonları ocağın üstünde tüten bi demlik olsun, eşi dostu beraberce görmek mümkün olsun, olsun, olsun, olsun...

ben erkeği yazısından tanırım


"herkes" cancağızım, "her şey" sonra, ayrıca dahi anlamındaki "de" var bir de ayrı yazılan. "ki"yi anlatacağım, dilim varmıyor. 

bileceksin arkadaşım. stilettonun hangi pantolonla giyileceğini, o bluzun saçının rengine gidip gitmeyeceğini, bu sezonun trendini, küpe elbise uyumunda dikkat edilmesi gerekenleri, araba anahtarı-telefon-çakmak-gözlük kombinasyonuyla bi kahvenin 30 lira olduğu yerlerin en hakim masasında kız kesme tekniklerini ve daha bir sürü şeyi biliyorsan;

nasıl yazacağını, yazarken hangi "de"yi, hangi "ki"yi ayıracağını, virgülü ne vakit kullanacağını, belli başlı anlatım bozukluklarından nasıl kaçınacağını, özne-yüklem uyumunun temel kurallarını bileceksin!

bilmiyorsan yazmayacak, konuşacaksan miyavlamayacaksın!

16 Eylül 2013 Pazartesi

nırını nı nı... ben özgürüm, sadece özgürüm!

en havalısından "alsak birer sırt çantası, düşsek yollara. canımız nereye isterse oraya gitsek, istediğimiz yerde denize girsek, akşam yemeğinde tuttuğumuz balıkları yiyip, çadır kurup geceyi geçirsek." falan diye hayalleniyorum her yaz arefesinde. her haziran kesin kafaya koyuyorum bunu, istisnasız.

zaten sırt çantası neyini hazırlıcam, birer uyku tulumu alıp orhan'ı da bu işe ayarttım mı; ohoooo her bi şey güllük gülistan. onun da yolu belli "ama bak valla hiç masraf olmıcak. benzin parası yok, otel, şımbıllı akşam yemeği falan hiçbirine gerek yok." falan diye girsem, serde macırlık malum, olur sanırsam.

neyse okulları kapatınca başlıyorum yanıma almam gerekenleri düşünmeye. "eee şimdi bikini, 3 tane? yeter. havlu en az iki. saç kurutma makinesi, aaa vigoyu da alayım. şampuan, saç kremi, köpük, cımbız, oje, aaaa törpü, diş beyazlatıcısı, duş jelini unutuyordum bak, gece kremi, nemlendirici, güneş kremi, güneş sonrası kremi, düzleştirici, ellerim de çok çatlıyor. dur bu ojeyi de alayım yanınca güzel oluyo. şu saatimi de mi alsam? 3 sandalet yeter. ama bu elbisemi de alacağıma göre şu babeti de almam lazım. e sırt çantasıyla gezcez diye yanımıza şımbıllı elbise de mi almayalım? 4 şort, 4 tişört, 1 kot alayım belli olmaz, hırka da alayım soğuk olursa hava, çorapla spor ayakkabı da lazım o zaman. o bluzla bu saç bandı güzel oluyo. bu hırka bununla uyuyo...."

bütün bunlar peki sırt çantasına nasıl sığıyor?

sığdı diyelim;

"ben şu off'u alayım. yemesin sinekler. sinekten başka böcek de varsa.. hamam böceği yeminden de mi alıp koysam acaba? ya burnumdan içeri bi milyon karınca yuva yaparsa, ya ayı inerse dağdan, ya çakallar etrafımızı sararsa, yılan da vardır. dedemin av tüfeğini mi istesek? ya da bi silah alalım biz, hem taşıması kolay. soğuk olursa ateş yakarız. nasıl yakarız? bi şişeye gaz doldurup onu da almalı..."

bu uzaaaar da uzar.

sonra nurcan hazırlar mor devasa valizi, oturur düldülün co-pilot koltuğuna, elde navigasyon, dön sağa, yok ya sola, düz mü gitsen acaba...

tatil bitince hayaller de böyle öksüz kalıyor ya.. ama bi gün becercem, gönülden inanıyorum buna..