dillere destan öğretmen maaşı, kocamın milyarlarca liralık kazancı falan piyuuuvv.. hasılı paraya para demiyoruz. hatta inanmaz kimse eve tuvalet kağıdı bile almıyoruz. o kadar çok yani...
hele bir de benim doğuda biriktirdiğim paralar yok mu! az sıksak bir yalı alacağız boğazda ama, şimdi eşe dosta anlatamayız diye mütevazi yaşantımızdan uzaklaşamıyor, bağlarbaşı'ndaki küçük ama sevimli evimizde, ferrarimizi gündüzleri garajda gizleyerek hayatımıza devam ediyoruz.
ha kredi kartları mı? elbette birer fantezi.
peki ben niye bunları yazıyorum? çepçekirdek ailemizin aylık kazancını üşenmeden kendince hesaplayıp, bu paraları ne yaptığımızı falan mevzu eden hısım akraba-i tarikat boşuna kendini yormasın diye çabalıyorum!
25 Ağustos 2013 Pazar
şefkat öldürür!
dün sabah tam da rüyamda ali babanın "açıl susam açıl" mağrasını gördüğüm anda çalan telefon zaten olacakların habercisiydi.
bir cumartesi gününü cuma sanmamla başlayan mtsk sınavına yetişme maceram, taksiye verdiğim o kadar para, komisyonun beni sınava almaması ve yemiş olmam gereken 1 yıllık sınav cezam başlı başına bir gün ekşını için kafi değildi. olaydan sayılmazdı, anca günün olayları için işaret görevi görebilirdi.
kuyruğumu kıstırıp eve dönmek için durağa gittiğim an "aha, bugün cumartesiymiş ya, e kuzenin düğünü var. allah beni neylesin!" idrakım, koştur koştur elbise alışım, otobüste üstüme kusan çocuk, yıkayamadığım balkonun o hazin duruşu, çürüyen patates kokusu, kurtlu un falan derken gözümde yanıp sönen yıldızların koltuğa yapıştırdığı ben...
bir türlü geçmeyen mide bulantısı, ayak parmaklarımdan başlayıp usul usul sırtımdan başıma uzanan ağrı, midemde oturan öküz, sigaraya bile direnç derken beynimi yiyen düğün, gitmem gereken düğün, hazırlanamadığım düğün...
ama ben gözlerimdeki yıldızlara, ellerimi tutan iplere, ayaklarımın üstündeki külçelere rağmen ben o saçı yapıp, o kalemi kaş göz bulamadan gözüme çekip, ojelerimi en az kusurla sürebildim. elbisemi bile giyip, ayakkabı seçebildim. aynada kendimi çok net görememiş olabilirim, ama yine de "kızım ne kaaa güzelsin." diye kendimi gazlayabildim.
sonra;
kocamın "yüzün sapsarı,elin ayağın titriyo, bu halde hiçbir yere gidemezsin. çıkar elbiseni, hemen hastaneye gidiyoruz!" şefkatinin bu sapasağlam direnci nasıl tuzla buz edebileceğini farkettim. aslında elbisemi çıkarmaya bile halim olmadığını, acaba az evvel tüm o şeyleri hangi güçle yaptığımı, direncin şefkatle bir arada barınamayacağını falan bir sürü şeyi ağlayarak idrak idrak ettim. ne pis bi şeymiş oolum bu şefkat! sapasağlam bile olsan yataklara düşürür adamı.
velhasılı;
insanlar pistte göbek atarken ben anca o anı stajyer bebenin takamadığı serumun acısını hissetmeyip kızı ürkütmemek için tasavvur edebildim. gelen düğünümü haftaya erteleyip kapanmasına direnemediğim gözlerimin huzurlu karanlığına kendimi teslim ettim.
bir cumartesi gününü cuma sanmamla başlayan mtsk sınavına yetişme maceram, taksiye verdiğim o kadar para, komisyonun beni sınava almaması ve yemiş olmam gereken 1 yıllık sınav cezam başlı başına bir gün ekşını için kafi değildi. olaydan sayılmazdı, anca günün olayları için işaret görevi görebilirdi.
kuyruğumu kıstırıp eve dönmek için durağa gittiğim an "aha, bugün cumartesiymiş ya, e kuzenin düğünü var. allah beni neylesin!" idrakım, koştur koştur elbise alışım, otobüste üstüme kusan çocuk, yıkayamadığım balkonun o hazin duruşu, çürüyen patates kokusu, kurtlu un falan derken gözümde yanıp sönen yıldızların koltuğa yapıştırdığı ben...
bir türlü geçmeyen mide bulantısı, ayak parmaklarımdan başlayıp usul usul sırtımdan başıma uzanan ağrı, midemde oturan öküz, sigaraya bile direnç derken beynimi yiyen düğün, gitmem gereken düğün, hazırlanamadığım düğün...
ama ben gözlerimdeki yıldızlara, ellerimi tutan iplere, ayaklarımın üstündeki külçelere rağmen ben o saçı yapıp, o kalemi kaş göz bulamadan gözüme çekip, ojelerimi en az kusurla sürebildim. elbisemi bile giyip, ayakkabı seçebildim. aynada kendimi çok net görememiş olabilirim, ama yine de "kızım ne kaaa güzelsin." diye kendimi gazlayabildim.
sonra;
kocamın "yüzün sapsarı,elin ayağın titriyo, bu halde hiçbir yere gidemezsin. çıkar elbiseni, hemen hastaneye gidiyoruz!" şefkatinin bu sapasağlam direnci nasıl tuzla buz edebileceğini farkettim. aslında elbisemi çıkarmaya bile halim olmadığını, acaba az evvel tüm o şeyleri hangi güçle yaptığımı, direncin şefkatle bir arada barınamayacağını falan bir sürü şeyi ağlayarak idrak idrak ettim. ne pis bi şeymiş oolum bu şefkat! sapasağlam bile olsan yataklara düşürür adamı.
velhasılı;
insanlar pistte göbek atarken ben anca o anı stajyer bebenin takamadığı serumun acısını hissetmeyip kızı ürkütmemek için tasavvur edebildim. gelen düğünümü haftaya erteleyip kapanmasına direnemediğim gözlerimin huzurlu karanlığına kendimi teslim ettim.
21 Ağustos 2013 Çarşamba
iyi de, kim sana gül bahçesi vadetti?
uyusam, uyusam, uyusam. şöyle birkaç yıl uyusam, hiç uyanmasam.
sonra bir uyansam, güneşli bir mayıs sabahı olsa mesela. tişört giysem ama yanıma bir ince hırka da alsam, n'olur n'olmaz diye, tam kapıyı çekip çıkarken sokağa.
kuş gibi hafif olsam, yürümesem uçsam, saçlarımı savursam, kendime anlattığım tüm masalların esas kızı olsam.
dilek-şart kipi de olmasa mesela, ben hep geniş zamanlarda, şimdiki zamana yakın mutlu olsam. keşke ne mutlu olduğumu hissettiğim hiçbir an, bu mutluluğa bedel olarak, az vakit sonra neler ödeyebileceğimi hesaplamasam.
deborah'ı d koğuşuna yollayan düşsel gerçekliğin kolları onca acı ve kabul edilemez olmasa yahut düşle gerçeği buluşturmak yalnız bireyin kendiyle uzlaşımı olsa...
ne olurdu acaba?
14 Ağustos 2013 Çarşamba
bir varmş, bir yokmuş...
dün, çamaşır suyu döktüğüm koltuğun kahrıyla; lekesi çıkmayan pantolonumla, kocamın istediğim tarihe ayarlayamadığı izniyle, sophie'nin hayal kırıklığıyla, gidemediğim tatille, kestiğim elimle, alamadığım elbiseyle, yettiremediğim maaşımla, uyuz olduğum komşumla ve bir dünya saçmalıkla dertlenip doldurduğum günüm benim için her gün kadar normaldi.
çünkü ölemezdim. bir hastalığım yoktu, yaşlı değildim.
sevdiğim kimse de ölemezdi, annem mesela, kocam, kardeşim. hiçbiri beni bırakıp gitmek zorunda kalacakları bir işarete sahip değildi. kaldı ki zaten gitmezlerdi, beni böyle bir başıma burda bırakıp gitmeye gönülleri el vermezdi.
hatta kimsenin kimsesi ölemezdi. ölenler görmüştüm nasılsa evvelce, gördüklerim yeterdi.
ama sabah gördüğüm, bir hafta öncesine kadar en son belki de 3 yıl önce gördüğüm Burak'ın gitmiş olduğuna dair haber bu dünyadan; sarstı beni, durdurdu. biri bastı sanki ağır çekim butonuma, vurdu sanki kafama bir sopayla.
ne için acaba, onca hırs, onca öfke, onca çaba.
bir varsın, bir yoksun işte.
her şey ne kadar basit işte...
çünkü ölemezdim. bir hastalığım yoktu, yaşlı değildim.
sevdiğim kimse de ölemezdi, annem mesela, kocam, kardeşim. hiçbiri beni bırakıp gitmek zorunda kalacakları bir işarete sahip değildi. kaldı ki zaten gitmezlerdi, beni böyle bir başıma burda bırakıp gitmeye gönülleri el vermezdi.
hatta kimsenin kimsesi ölemezdi. ölenler görmüştüm nasılsa evvelce, gördüklerim yeterdi.
ama sabah gördüğüm, bir hafta öncesine kadar en son belki de 3 yıl önce gördüğüm Burak'ın gitmiş olduğuna dair haber bu dünyadan; sarstı beni, durdurdu. biri bastı sanki ağır çekim butonuma, vurdu sanki kafama bir sopayla.
ne için acaba, onca hırs, onca öfke, onca çaba.
bir varsın, bir yoksun işte.
her şey ne kadar basit işte...
12 Ağustos 2013 Pazartesi
hay tüküreyim!
yazarken noktalama işaretlerine dikkat ettiğim kadar, konuştuğumda vurguma yahut tonlamama dikkat edeydim, çözülmemiş hiçbir anlaşmazlığım olmazdı sanıyorum.
Etiketler:
iki nokta,
iletişim,
nokta,
noktalama işaretleri,
soru işareti,
üç nokta,
ünlem,
virgül,
yazmak
11 Ağustos 2013 Pazar
gell, öpüjjemm!
sarhoşluk tamamiyle bireyin kendine özgü, parmak izi gibi eşsiz nitelikler ihtiva eden bir akıl bulanıklığı durumu. üç duble rakının etki biçimi dünya üzerindeki insan sayısı kadar çeşitli kanımca. ayrıca bireyin birim zamanda tükettiği alkollü içeceğin çeşidi de sarhoşluk nidalarını değiştirebilmekte.
bakınız uzun yıllar boyunca gözlemlediğim, başlıca alkollü içecek türlerini tüketen bireyin genel geçer tepkileri aşağıda yer almakta. tabi geçmiş yaşantılar, birlikte içilen insanın beyin üzerindeki etkisi gibi değişkenlerin yol acaçacağı standart hatalar araştırma sonucu saptanırken görmezden gelindi.
votka+enerji: hacı gitmiş iyi ki lan, bi çiçekle bahar mı geçer. kes kes manitayı kes!
rakı: allah belanı versin! senin de, cilvenin de, yeşil gözlerinin de, sevginin de. bensiz mutlu olma. ben ne çektiysem sen de çek, gülmesin yüzün. solsun güzelliğin amk!
şarap: seni deee, ebeni deee, gelmişini deee... aç hafız, o şişeyi de aç. ya da bira ver, içim yandı amk!
10 Ağustos 2013 Cumartesi
jeux d'enfants
-neyi anlatmak için?
-sophie, ben aşığım.
-aşık mı? oyun mu?
-hayır, oyun değil. evlenmek istiyorum, katılıyor musun?
-bana mı soruyorsun, oyundaki gibi?
-peki, bugün ne diyorsun?
-sen... sen gerçekten evlenmek mi istiyorsun?
-tabii ki. kendi kendine evlenemezsin. kabul ediyor musun?
-evet
-kabul ettin. düğünümde şahidim olacaksın. teşekkürler sophie.
Etiketler:
cesaretin var mı aşka,
çocuk oyunları,
julien,
sophie
9 Ağustos 2013 Cuma
sarışının çakması da zor be annem
bi de onca ayak dirememe, onca "ya bi git, evlilik dünyanın en aptal şeyi" falan diye ortalıkta gezip gezip, sonra da hiç vakti değilken evlenmiş olmama rağmen;
iyi ki de evlenmişim lan.
yoksa şimdi yatacağım yatağı ısıtacak bi adam olmazdı. olsa da ona hala manyak gibi aşık olmazdım. olsam da belki o adam adam olmazdı. olsa da belki yanımda olmazdı. yanımda olsa da belki yatağımda yatmazdı. yatağımda yatsa beni sevmezdi belki. belki çok sevse de babam izin vermezdi. belki izin verse ben olmazdım.
amaaaann! neyse işte. sarışın esprisi diye bir fenomeni olan ülkenin çakma sarışınını kaale almak da, ne kadar akıllıcaysa...
oldu, iyi geceleeeer...
iyi ki de evlenmişim lan.
yoksa şimdi yatacağım yatağı ısıtacak bi adam olmazdı. olsa da ona hala manyak gibi aşık olmazdım. olsam da belki o adam adam olmazdı. olsa da belki yanımda olmazdı. yanımda olsa da belki yatağımda yatmazdı. yatağımda yatsa beni sevmezdi belki. belki çok sevse de babam izin vermezdi. belki izin verse ben olmazdım.
amaaaann! neyse işte. sarışın esprisi diye bir fenomeni olan ülkenin çakma sarışınını kaale almak da, ne kadar akıllıcaysa...
oldu, iyi geceleeeer...
dünya neremdeydi ki, minare neremde?
evvelce karanlıkta pek çok korkardım. ödüm kopardı bir gölge gördüğümde oynaşan karanlıkta. cinler periler, namlı hırsızlar, şizofren komşular bir bir hizaya girer, beğendirmeye çalışırdı kendini sidikli muhayyileme. bayağı da uzun sürdü bu. ne vakit gittim allaan belası o ilçeye, ne vakit gelmedi elektrikler günlerce o zaman öğrendim karanlığın insanı öldürecek gaipten güçlerle bezenmediğini. ama yine o günlere denk anlamam görünür olan hiçbir şeyden korkmaya hacet olmadığını.
hayır asla bana iyiliği dokundu falan diyemeyeceğim o yerin. imkanı yok. kattıklarıyla aldıklarını teraziye koyar, ağır basan tarafı ifşa eder, faydasından çok zararı olduğunu kanıtlar, kabul etmem hiçbir şekilde bana herhangi bir şey kattığı fikrini.düşününce aldığı aklımı, uykusuz gecelerimi, minik hapların aklımda yarattığı tahribatı, onca metil alkolün karaciğerime ve hafızama ettiklerini ve daha bir sürü şeyi... hala arayamıyorsam orda ne çok sevdiğim bir sürü kişiyi, vardır elbet bir sebebi.
bedenim buraya gelse de, aklımı fikrimi getiremedim bir süre buraya. çok uğraştım kurtulmaya, başardım da. bir iz, bir acı, bir yüz yok artık hafızamda. orası yok hiçbir anımda. şimdi bunu yazmam tamamiyle bu gece kocamın da onayladığı "sanki hiç gitmemiş gibiyim di mi"den sonra.
ama bir şey oldu bana. böyle bir "allasen"li, bir "eee, bu mu yani"li, "ay başlatma babanın şarap çanağına"lı, "dünya s.kine, minare g.tüne"li bi insan oldum. artık her b.ka ağlamaz, ama her güzel şeye güler oldum. çok düşünmez, çok yaşar oldum. "bana ne lan" oldum.
e iyi mi oldum? evet, süper oldum! hele de metil alkolün bünyemdeki tesirinden kurtulunca, çok masrafsız bir pilot oldum!
hayır asla bana iyiliği dokundu falan diyemeyeceğim o yerin. imkanı yok. kattıklarıyla aldıklarını teraziye koyar, ağır basan tarafı ifşa eder, faydasından çok zararı olduğunu kanıtlar, kabul etmem hiçbir şekilde bana herhangi bir şey kattığı fikrini.düşününce aldığı aklımı, uykusuz gecelerimi, minik hapların aklımda yarattığı tahribatı, onca metil alkolün karaciğerime ve hafızama ettiklerini ve daha bir sürü şeyi... hala arayamıyorsam orda ne çok sevdiğim bir sürü kişiyi, vardır elbet bir sebebi.
bedenim buraya gelse de, aklımı fikrimi getiremedim bir süre buraya. çok uğraştım kurtulmaya, başardım da. bir iz, bir acı, bir yüz yok artık hafızamda. orası yok hiçbir anımda. şimdi bunu yazmam tamamiyle bu gece kocamın da onayladığı "sanki hiç gitmemiş gibiyim di mi"den sonra.
ama bir şey oldu bana. böyle bir "allasen"li, bir "eee, bu mu yani"li, "ay başlatma babanın şarap çanağına"lı, "dünya s.kine, minare g.tüne"li bi insan oldum. artık her b.ka ağlamaz, ama her güzel şeye güler oldum. çok düşünmez, çok yaşar oldum. "bana ne lan" oldum.
e iyi mi oldum? evet, süper oldum! hele de metil alkolün bünyemdeki tesirinden kurtulunca, çok masrafsız bir pilot oldum!
MEB'den öğretmene 5 yıldızlı tatil ödeneği
yapmayınız. ojeli ayak parmağı, çakıl taşı, deniz kompozisyonlular başta olmak üzere tatil temalı fotoğraflar paylaşmayınız.
asla kıskandığımdan, fesatlandığımdan, bursa'da hasetten çatladığımdan falan değil.
kardeşimi tatile götürdüğümde gelecek birkaç ayki maaşımdan kalacak tutarı da harcamasaydım elbet, kendimi de tatile götürebilirdim. ama yapamadım. cebimdeki akrebin de uzayıp giden koyda firar etmesine engel olamadım.
ha o ara, yani kardeşimi götürdüğüm tatilde ben ne mi yaptım? hayır canım, ne tatili, sen "yyeeaaa çişim geldi, teyzeeeee!" diye zıplayan 3 yaşındaki yeğenini tuvalete götürdüğünde sen de çişini yapmış sayılıyor musun?
Sabancı Holding'in ağustos ayında veremediği, eylül olmaz mı diye dalga geçtiği yıllık izin de aklımda. iki çift laf da dilimin ucunda ama laf edemiyciim malum, beyimin şirketi sonuçta.
MEB'i ise esefle kınıyorum. 2 ay izin verince tatil mi vermiş oluyorsun? tatil ödeneği istiyorum. tatilsiz öğretmen agresif öğretmendir. desen bize "al hocaaanım, bu da yaz tatilinde gönlünce gezebilmen için sana ayrılan ek ödenek, hayırlı uğurlu olsun." diye, gör bak nasıl tavan yapıyor eğitimde kalite! yooo hiç bi kere abartmıyorum!
asla kıskandığımdan, fesatlandığımdan, bursa'da hasetten çatladığımdan falan değil.
kardeşimi tatile götürdüğümde gelecek birkaç ayki maaşımdan kalacak tutarı da harcamasaydım elbet, kendimi de tatile götürebilirdim. ama yapamadım. cebimdeki akrebin de uzayıp giden koyda firar etmesine engel olamadım.
ha o ara, yani kardeşimi götürdüğüm tatilde ben ne mi yaptım? hayır canım, ne tatili, sen "yyeeaaa çişim geldi, teyzeeeee!" diye zıplayan 3 yaşındaki yeğenini tuvalete götürdüğünde sen de çişini yapmış sayılıyor musun?
Sabancı Holding'in ağustos ayında veremediği, eylül olmaz mı diye dalga geçtiği yıllık izin de aklımda. iki çift laf da dilimin ucunda ama laf edemiyciim malum, beyimin şirketi sonuçta.
MEB'i ise esefle kınıyorum. 2 ay izin verince tatil mi vermiş oluyorsun? tatil ödeneği istiyorum. tatilsiz öğretmen agresif öğretmendir. desen bize "al hocaaanım, bu da yaz tatilinde gönlünce gezebilmen için sana ayrılan ek ödenek, hayırlı uğurlu olsun." diye, gör bak nasıl tavan yapıyor eğitimde kalite! yooo hiç bi kere abartmıyorum!
8 Ağustos 2013 Perşembe
şeker mi bayramı?
bayramda babaanne evindeysen, o kahvaltıda yok yoktur. "ben yahni sevmem." deme hakkın hele hiç yoktur. tok olamazsın, toksan da yememezlik yapamazsın, ağzını ayırıp etrafa bakınırken bir anda ağzına tıkıştırılan salata suyuna banılmış ekmekle ayılırsın. gaflette bulunup "şu yok mu ki" dediğin an koşmaya başlayan babaanneyi hiçbir şekilde durduramazsın. yoksa da yaratır, gider marstan alır, inanamazsın. 30 yaşındaki torunundan, 11 aylık torununa kadar tek tek verdiği bayram harçlıklarına asla "yahu ben çalışıyorum kaç senedir, ne harçlığı babaanne." falan diyerek karşı çıkamazsın.
her ağrının sevgiyle azalabildiği mucizesine yine tanık olur, gözlerinin dolmasına engel olamazsın. dünyanın en sevgi dolu dedesiyle neredeyse otuz yaşına girecek olmanın, hala aynı çatı altında o bayram sabahı kahvaltısını yapmanın, bir de o sofrada "nil" ile olmanın tanrının ne büyük bir hediyesi olduğunu en derinde hisseder, bir bayramın daha güzel olabilme ihtimaline inanamazsın.
mutlu bayramlarınız olsun. evleriniz hep sevdiklerinizle, hep o çocukluğumuzun huzurlu neşesiyle dolsun.
her ağrının sevgiyle azalabildiği mucizesine yine tanık olur, gözlerinin dolmasına engel olamazsın. dünyanın en sevgi dolu dedesiyle neredeyse otuz yaşına girecek olmanın, hala aynı çatı altında o bayram sabahı kahvaltısını yapmanın, bir de o sofrada "nil" ile olmanın tanrının ne büyük bir hediyesi olduğunu en derinde hisseder, bir bayramın daha güzel olabilme ihtimaline inanamazsın.
mutlu bayramlarınız olsun. evleriniz hep sevdiklerinizle, hep o çocukluğumuzun huzurlu neşesiyle dolsun.
7 Ağustos 2013 Çarşamba
ana beni eversene
evet evet, ramazan bayramıydı.
o vakit kocamla kendimce ve ülkemin hukuk kaidelerince evli, toplumsal mevzuat içeriğince nişanlıydım. allaaan belası şemdinli'den bayram için gelmiş, ilk memleket çıkarmamı yapmıştım.
gece dışarı çıkasım, aylardır görmediğim herkesi göresim, gidip insan içinde dağıtasım var. bayramlaşma ritüeli günler sürecek belli. benim tatil piç! bursa'da geçirilecek gün sayısı az, ben sevgilime ölürcesine özlemli, babam nalet, kurallar net!
bayramın 1. günü gecesi sevgilim işten çıkmış, arkadaşlarım buluşmuş, ben evde son 48 saattir gönüllerini hoş etmek için göbeğimden çatladığım annem ve babamın kapanan gözlerine rağmen bi muhabbet bulma çabalarının dibindeyim!
nihayet uyuduklarında 5. katta kardeşceğizime bu işi halledebileceğime ikna etmek için kendimi yemekteyim. sabahın üçünde bir elimde ayakkabılar, üzerimde elbise, saçlarım afili, diğer elimde çöp torbasıyla merdivenlerden inen benim. elimde çöp torbası olmasının maksadı annem duyar da uyanırsa çöp atmaya iniyordum diyebileyim. o saçı ve makyajı karıştırmayın tabi!
kocamla buluşmak için evden kaçmışlığım var, hatırladım, gülümsedim.
o vakit kocamla kendimce ve ülkemin hukuk kaidelerince evli, toplumsal mevzuat içeriğince nişanlıydım. allaaan belası şemdinli'den bayram için gelmiş, ilk memleket çıkarmamı yapmıştım.
gece dışarı çıkasım, aylardır görmediğim herkesi göresim, gidip insan içinde dağıtasım var. bayramlaşma ritüeli günler sürecek belli. benim tatil piç! bursa'da geçirilecek gün sayısı az, ben sevgilime ölürcesine özlemli, babam nalet, kurallar net!
bayramın 1. günü gecesi sevgilim işten çıkmış, arkadaşlarım buluşmuş, ben evde son 48 saattir gönüllerini hoş etmek için göbeğimden çatladığım annem ve babamın kapanan gözlerine rağmen bi muhabbet bulma çabalarının dibindeyim!
nihayet uyuduklarında 5. katta kardeşceğizime bu işi halledebileceğime ikna etmek için kendimi yemekteyim. sabahın üçünde bir elimde ayakkabılar, üzerimde elbise, saçlarım afili, diğer elimde çöp torbasıyla merdivenlerden inen benim. elimde çöp torbası olmasının maksadı annem duyar da uyanırsa çöp atmaya iniyordum diyebileyim. o saçı ve makyajı karıştırmayın tabi!
kocamla buluşmak için evden kaçmışlığım var, hatırladım, gülümsedim.
4 Ağustos 2013 Pazar
ah şekerim, seni kariyerimle döverim
"şekerim, bak ben çok çabaladım buraya gelmek için. gerek eğitimim olsun, gerek şirket içindeki başarılarım. sana da tavsiyem hırslı ol. bir yere gelmek istiyorsan, gözünü kulağını tıkayacaksın. yapamazsın diyenleri takmayacaksın. evde oturmak da zordur tabi. kadın dediğinin ekonomik özgürlüğü olmalı. erkeğin haddini ancak böyle bildirebilirsin. bence bir yerlerden başlamalısın. bak ne kadar akıllı, ne kadar güzel kızsın." cihetinde bana hayat tecrübelerini bir çırpıda aktararak elimden tutmaya çalışan hatuna, "öğretmenim ben panpa. dediklerinden az daha fazla!" diyemedim. hayallerini yıkamadım. beni çalıştığı şirkette işe sokma önerisine de kayıtsız kaldım!
zira yeni tanıştığın hatunun "eee sen ne yapıyorsun?" sorusuna, "napayım ya, can sıkıntısı. evde boş boş duruyoz işte. ütü, temizlik..." diyen bendim, kime ne diyebilirdim.
kim bilir ne çok bekledi kendince zatından aşağıda görebildiği birini bulup, yeni işiyle bu havayı atıp, "al bak, senden üstünüm. böyle de çaktırmadan seni tepiklerim." havası estirebilmek için. hadi dedim, ramazan mübarek gün!
hayır, ilk defa çenemi tutup hem de gülmeden dinleyebildim. yaşlanıyor muyum, neyim!
zira yeni tanıştığın hatunun "eee sen ne yapıyorsun?" sorusuna, "napayım ya, can sıkıntısı. evde boş boş duruyoz işte. ütü, temizlik..." diyen bendim, kime ne diyebilirdim.
kim bilir ne çok bekledi kendince zatından aşağıda görebildiği birini bulup, yeni işiyle bu havayı atıp, "al bak, senden üstünüm. böyle de çaktırmadan seni tepiklerim." havası estirebilmek için. hadi dedim, ramazan mübarek gün!
hayır, ilk defa çenemi tutup hem de gülmeden dinleyebildim. yaşlanıyor muyum, neyim!
3 Ağustos 2013 Cumartesi
madem camideyim, dur bi yer bildirimi yapayım!
kandil, tanrının dünya işlerine kafa yormada kural tanımayan biz kullarına "dur bi, ben varım bak, beni hatırla! bu kadar kendini hırpalama, iste benden sıkıştığında." demesi kanımca. bu kusursuz işleyişin farkına varabilmemiz için bir vasıta. bu gece kendince, inandığınca, bildiğince ya da bilemediğince herkes bir şeyler yapmakta. duanın da, inancın da, ibadetin de yalnızca kul ile tanrı arasında olması gereken bir münasebet olduğunun bilincindeysen ne ala!
inanırsın, inanmazsın, senin bileceğin iş. ancak "inanmıyorum" diyen adamdan korkmuyorum ben, her lafa tanrıyı karıştırandan korktuğum kadar son zamanlarda.
ülkemiz ve bize dayatılanlar malum. sanki 10 sene evvel bir şakirt ordusuyla yürüdüğü lanetli bir halka karşı zafer kazanmış olan komutan, ele geçirdiği topraklarda kendi yarattığı çakma İslamı zorla yayma çabasında. sanki biz evvelden kafirdik, sanki büyük dedem sıçana tapıyordu. sanki sıçan boku yiyip ibadet sayıyorduk! tövbe estağfurullah.

hadi komutan rahatsız. birtakım çıkarlar, büyük adam olmayı kalıbına sığdıramamalar falan adamı şekilden şekle sokar. ama tabi psikoloji bilimi de ruhsal rahatsızlıkların bulaşıcı etkisi üzerinde çalışmalar yapmakta. bunu da es geçmemekte fayda var kanımca. imam cemaat ilişkisi de açıklayabilir bu tutumu, hükmedilen halka bakınca!
yavaş yavaş yobazlaşan halk, islam diye yutturulan saçma uğraşıların kabullenilişi, kadınların bile isteye ikinciliği seçişi, televizyon programlarında sık sık gördüğümüz radikal ve saçma açıklamaların normal karşılanabilmesi falan hep yoruyordu beni de, bu akşam gördüğüm facebook iletisi kadar şaşırtmamıştı hiçbiri ki o da aşağıda:
"sarı çizmeli mehmet ağa şımbıllı camiinde." yer bildirimi yaptı. "Allah'ın evine, kalbimizdeki kötülükleri yıkamya geldik. @ ali, veli vs. ile birlikte."
arkadaşım nesin sen ya? neyin peşindesin, ne yapmaktasın? camide yer bildirimi yapmak da nerden çıktı? cami çıkışı fotoğraf paylaşmasan olmaz mıydı? "duamızı ettik, geldik" de neyin nesi?nasıl bir saçmalamışsın, hadi sen saçmalamışsın neden beğenenler bunu nasıl sorgulamamış? şuan bende sadece ve sadece cemaatçi kıza aşık olmuş, gözüne nasıl girsem diye kendini yırtan, ileride cemaat yoluyla kazanacağı paraları da oracıkta hesaplayan adam profili çiziyorsun! bi defolun, bi kendinize gelin Tanrı aşkına! ay bayılazaaaam galiba!
inanırsın, inanmazsın, senin bileceğin iş. ancak "inanmıyorum" diyen adamdan korkmuyorum ben, her lafa tanrıyı karıştırandan korktuğum kadar son zamanlarda.
ülkemiz ve bize dayatılanlar malum. sanki 10 sene evvel bir şakirt ordusuyla yürüdüğü lanetli bir halka karşı zafer kazanmış olan komutan, ele geçirdiği topraklarda kendi yarattığı çakma İslamı zorla yayma çabasında. sanki biz evvelden kafirdik, sanki büyük dedem sıçana tapıyordu. sanki sıçan boku yiyip ibadet sayıyorduk! tövbe estağfurullah.

hadi komutan rahatsız. birtakım çıkarlar, büyük adam olmayı kalıbına sığdıramamalar falan adamı şekilden şekle sokar. ama tabi psikoloji bilimi de ruhsal rahatsızlıkların bulaşıcı etkisi üzerinde çalışmalar yapmakta. bunu da es geçmemekte fayda var kanımca. imam cemaat ilişkisi de açıklayabilir bu tutumu, hükmedilen halka bakınca!
yavaş yavaş yobazlaşan halk, islam diye yutturulan saçma uğraşıların kabullenilişi, kadınların bile isteye ikinciliği seçişi, televizyon programlarında sık sık gördüğümüz radikal ve saçma açıklamaların normal karşılanabilmesi falan hep yoruyordu beni de, bu akşam gördüğüm facebook iletisi kadar şaşırtmamıştı hiçbiri ki o da aşağıda:
"sarı çizmeli mehmet ağa şımbıllı camiinde." yer bildirimi yaptı. "Allah'ın evine, kalbimizdeki kötülükleri yıkamya geldik. @ ali, veli vs. ile birlikte."
arkadaşım nesin sen ya? neyin peşindesin, ne yapmaktasın? camide yer bildirimi yapmak da nerden çıktı? cami çıkışı fotoğraf paylaşmasan olmaz mıydı? "duamızı ettik, geldik" de neyin nesi?nasıl bir saçmalamışsın, hadi sen saçmalamışsın neden beğenenler bunu nasıl sorgulamamış? şuan bende sadece ve sadece cemaatçi kıza aşık olmuş, gözüne nasıl girsem diye kendini yırtan, ileride cemaat yoluyla kazanacağı paraları da oracıkta hesaplayan adam profili çiziyorsun! bi defolun, bi kendinize gelin Tanrı aşkına! ay bayılazaaaam galiba!
1 Ağustos 2013 Perşembe
54875 hafta önce barda süzdüğün sarışın kızı hatırlamazsın tabi
hava sıcak. yapış yapış. yatsan sarılınmıyor, sarılsan durulmuyor. e hal böyle anısal bellek devreye girip sırf ibnelik olsun diye fısıldıyor: "şşş, bu +ayı var ya, 8 sene önce bugün gecenin üçünde telefonuna mesaj gelen ayı bak bu. o mesajda yazanları unutma. ayrıca bi de geçen sene kasım ayında bağırdıydı sana bu. hadi uyu şimdi."
abi, histerisiz kadın kadın değildir. başka bir şeydir o, evrim geçirmiştir. türüne özgü özellikleri eleyip +endemik olanları siktir edip, hatta bir de derbi maçlarını zevkle izleyip erkeklerin rüyası olmayı belki dilememiş ama her uzun ilişki adamının rüyasında yer edebilecek tripsizlikte, kadın değil de kadın gibi, +odun gibi bir şeydir.
biz erkeğin öfke, hiddet, kıskançlık, hırs gibi hisler dışında duygu dünyasına dair herhangi bir dışa vurumda bulunmayanına ayı deriz, hadi en iyi odundur o. biz ne hikmetse odun severiz ama mevzu bu değil! kadının ayısıysa nazarımda işte erkeğin dışavurumdan çekinmediği bu hislere tepkisiz kalabilen yahut anlayış gösteren bununla birlikte özel ilgi alaka, saç okşaması, +iltifat, hediye falan talep etmeyen ve bunu öyle gerektiğinden değil sanki yaradılışı böyleymiş gibi karşı tarafa kaktırmayı becererek hayatta kalabilen bu sebeple geceleri mutsuzluktan ölmek üzere olduğunu sandığım varlıktır.
bu odun kadınlar genelde hep çok yakınlardadır. mesela +manitanın en yakın arkadaşlarındandır. adamı boyuna boyuna dürtekler, her kavgada "aaa, ben olsam böyle yapmazdım, ne ayıp!"larla fişfitler, sanki kadının orijinali oymuş da sen cin evladıymışsın hisiyatını adama bi güzel yedirirler. hayır allahtan odun erkek cinsi dışarıdan gelebilecek hissi yönlendirmelere kapalı. yoksa mazallah! bak odun erkeğin de bu dışa kapalılık en iyi tarafı.
neyse işte, kadının orijinali zaten hiç de öyle dümdüz değildir. bir kere aynı overden çıkan iki ürün bile tamamen farklı hissel ve psikolojik özelliklerle bezenmişken, nerde anlayacaksın sen yattığın 3-5 kadını baz alıp tüm kadınları. bak konu yine saptı.
kadın dediğin- sebep olursan şayet-, histerik. ha yok adam olcam ben, her akşam yüzümde gülücükler eve gelip kapıyı açar açmaz sarılcam yüz yıldır görmemişim gibi, her gece saçlarıyla oynayıp kendimden evvel uyutçam, her özel günde elbette ama durup dururken hediye alcam, sabahları ondan önce kalkıp kahvaltıyı da o günkü kıyafetlerini de hazırlıcam, annesine tapçam, birbirinden çok farklı 7768 renk pembe ojeden hangisinin kıyafetine uyduğuna dair 10 dakika tartışçam, o ayakkabıların hepsinin birbirinden çok farklı ve gerekli olduğuna yürekten inancam falan diyorsan o ayrı! o zaman bi kafasının üstündeki ışıklı dairesi ve kendince birkaç farklı husus eksik kalır. onu da becerebilirsen bi gün, dünyada cenettesin!
histeri ise;
psişik ve motor bozukluklar, özellikle duygusal reaksiyonlarda taşkınlık( durup dururken ağlamaya başlama),
ani sinirlenme( neden ağlıyorsun sorusuna verilen "ağlamıyorum, sana ne bundan hem." yanıtı),
geçici kişilik değişimi (sen beni hala tanıyamadın, anlayamadın beni) ve
günlük hafıza kaybı (ne yaptın benim için, beni mutlu etmek için ne yaptın?) , çeşitli sistemlere ait psikosomatikşikayetlerle belirgin psikonevroz bozukluk.
Denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında;
aşırı hayal gücü (dün sana selam veren o kız, sana hiç normal bakmadı. çok yakındınız hem.) veya korkuları ifade eden (zaten annenin kaderi kıza, böhüüüüğğ) nevrotik zihinsel bir hastalığı tanımlar.
şimdi bu yapış yapış havada, yattığının dokuzuncu saniyesinde horlamaya başlayan adam histeriyi tetikler. bunu anlayamazsan, bu vurdumduymazlığın, körükler. ne yaptım diye kendine sorma; kim bilir neler yaptın! o kadar senede var ya, piiuuuvvv.. hayır o kız uyudun diye koparmadı o pamelayı, sen 43 ay evvel oturduğunuz barda o sarışın kıza çok dikkatli bakmıştın!
abi, histerisiz kadın kadın değildir. başka bir şeydir o, evrim geçirmiştir. türüne özgü özellikleri eleyip +endemik olanları siktir edip, hatta bir de derbi maçlarını zevkle izleyip erkeklerin rüyası olmayı belki dilememiş ama her uzun ilişki adamının rüyasında yer edebilecek tripsizlikte, kadın değil de kadın gibi, +odun gibi bir şeydir.
biz erkeğin öfke, hiddet, kıskançlık, hırs gibi hisler dışında duygu dünyasına dair herhangi bir dışa vurumda bulunmayanına ayı deriz, hadi en iyi odundur o. biz ne hikmetse odun severiz ama mevzu bu değil! kadının ayısıysa nazarımda işte erkeğin dışavurumdan çekinmediği bu hislere tepkisiz kalabilen yahut anlayış gösteren bununla birlikte özel ilgi alaka, saç okşaması, +iltifat, hediye falan talep etmeyen ve bunu öyle gerektiğinden değil sanki yaradılışı böyleymiş gibi karşı tarafa kaktırmayı becererek hayatta kalabilen bu sebeple geceleri mutsuzluktan ölmek üzere olduğunu sandığım varlıktır.
bu odun kadınlar genelde hep çok yakınlardadır. mesela +manitanın en yakın arkadaşlarındandır. adamı boyuna boyuna dürtekler, her kavgada "aaa, ben olsam böyle yapmazdım, ne ayıp!"larla fişfitler, sanki kadının orijinali oymuş da sen cin evladıymışsın hisiyatını adama bi güzel yedirirler. hayır allahtan odun erkek cinsi dışarıdan gelebilecek hissi yönlendirmelere kapalı. yoksa mazallah! bak odun erkeğin de bu dışa kapalılık en iyi tarafı.
neyse işte, kadının orijinali zaten hiç de öyle dümdüz değildir. bir kere aynı overden çıkan iki ürün bile tamamen farklı hissel ve psikolojik özelliklerle bezenmişken, nerde anlayacaksın sen yattığın 3-5 kadını baz alıp tüm kadınları. bak konu yine saptı.
kadın dediğin- sebep olursan şayet-, histerik. ha yok adam olcam ben, her akşam yüzümde gülücükler eve gelip kapıyı açar açmaz sarılcam yüz yıldır görmemişim gibi, her gece saçlarıyla oynayıp kendimden evvel uyutçam, her özel günde elbette ama durup dururken hediye alcam, sabahları ondan önce kalkıp kahvaltıyı da o günkü kıyafetlerini de hazırlıcam, annesine tapçam, birbirinden çok farklı 7768 renk pembe ojeden hangisinin kıyafetine uyduğuna dair 10 dakika tartışçam, o ayakkabıların hepsinin birbirinden çok farklı ve gerekli olduğuna yürekten inancam falan diyorsan o ayrı! o zaman bi kafasının üstündeki ışıklı dairesi ve kendince birkaç farklı husus eksik kalır. onu da becerebilirsen bi gün, dünyada cenettesin!
histeri ise;
psişik ve motor bozukluklar, özellikle duygusal reaksiyonlarda taşkınlık( durup dururken ağlamaya başlama),
ani sinirlenme( neden ağlıyorsun sorusuna verilen "ağlamıyorum, sana ne bundan hem." yanıtı),
geçici kişilik değişimi (sen beni hala tanıyamadın, anlayamadın beni) ve
günlük hafıza kaybı (ne yaptın benim için, beni mutlu etmek için ne yaptın?) , çeşitli sistemlere ait psikosomatikşikayetlerle belirgin psikonevroz bozukluk.
Denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında;
aşırı hayal gücü (dün sana selam veren o kız, sana hiç normal bakmadı. çok yakındınız hem.) veya korkuları ifade eden (zaten annenin kaderi kıza, böhüüüüğğ) nevrotik zihinsel bir hastalığı tanımlar.
şimdi bu yapış yapış havada, yattığının dokuzuncu saniyesinde horlamaya başlayan adam histeriyi tetikler. bunu anlayamazsan, bu vurdumduymazlığın, körükler. ne yaptım diye kendine sorma; kim bilir neler yaptın! o kadar senede var ya, piiuuuvvv.. hayır o kız uyudun diye koparmadı o pamelayı, sen 43 ay evvel oturduğunuz barda o sarışın kıza çok dikkatli bakmıştın!
y kromozomum yoksa, öleyim mi lan?
.jpg)
üç yaşında başlayan "annem, topla şu oyuncaklarını. kızlar dağıtmaz öyle." ile çıktığımız yol -benim henüz ulaşabildiğim- "alo, akşama mümtazları çağırdım, yemeğe. hadi benim becerikli karım, kızma, döktürürsün sen bir saate, bilmem mi ben seni!" ile devam etmekte!
çocukken "çalış kızım, oku da elin iş tutsun. bakma kimsenin eline." diye öğütlenerek bi baltaya sap olmak için senelerce didinmeye sevk edilen beni, bu didinme esnasında niye kimse uyarmadı?
niye işten geldiğinde ütüleri yapmış, çamaşırları yıkayıp asmış, kuruyunca ipten almış, evi süpürmüş, tozları almış, nevresimi değiştirmiş, yatak örtüsünü yaymış, hadi yemek yapmasın onu geçtim bari akşama ne yenileceğini düşünüp karara bağlamış bir ROZİ"nin beni beklemediğini, o Rozi'nin bizzat zatımın bir türevi olarak ev yaşamında yeniden şekilllendiğini söylemedi? hı? çalışan ablalarım, iş sahibi teyzelerim?
niye en mükemmel kocaların bile yalnızca "yardım ettiğini", akşam yemeğine salata yapan +romantik bir kocam bile olsa arkasından yerdeki marullarıbenim toplayacağımı bir de "aman hevesi kırılmasın diye" binbir taklayla teşekkürlere boğacağımı, evin kendi haline bırakıldığında zaten pis olacağının "xy" kromozomlu bireye nasıl kavratılacağını;
neden söylemediniz?
aha da yazıyom, doğurursam bi gün, erkek olursa, kıronun allaaanı yetiştircem. ben çektim benden sonrakiler de çeksin. böyle de naletim, böyle de çirkefim.
isteyince çok akıllı olabiliyorum
nerdeyse on senedir sağımı solumu bilmeye gerek duymadım ben. hiçbir yolu bulabilmek zorunda değildim. ilacımın saatini, çağdaş türk edebiyatından kalmamak için finalden kaç almam gerektiğini, uçak saatimi, hesabımda kalan parayı, eskiyen ayakkabımı, dönüşüme kaç gün kaldığını, bu aralar gözlerimin niye sarardığını, son bir saatte içtiğim sigara sayısını, bu kadehin beni çarpıp çarpmayacağını, gerginliğimin periyodik mi yoksa sebeplimi olduğunu, kredi kartımın son ödeme gününü, bilgisayarımın eskiyip eskimediğini, eğer öyle davranırsam sonuçlarının beni nasıl etkileyeceğini falan hiç düşünmedim. arada sırada yalnız başıma yol tarif etmek zorunda kaldım, beceremeyince de "ya sen +Orhan'ı ara, o anlatsın." deyip telefonu kapattım.
18 yaşıma girdiğim gün beklediğim o otobüse valizimi veren o adam vardı çünkü. her girdiğim vizeden önce ona ağlandım, her kaldığım ders için babamdan çok Ondan azar yedim, hiçbir büt'e çalışmadan gidemeyişimin sebebidir gelip başımda beklemesi ben ders çalışırken...
ne çok emek...
minneti ifade etmek zor. hele bana çok zor... yazarım ben zira, söyleyemem. okumaz zira kocam, söylemiş olamam. beraber yaşamaya başlayışımızın 365'e tam bölünüşünü kutlamak için birkaç sözcüğü gereğince ve duygusal içeriğince bir araya getirip ses tellerimi işe koşup bir de atmosfere salamam.
ama şimdi biri bana say+ uzuvlarını dese; el derim, kol, bacak falan sıralar sonuna da sevgilimi eklerim. bilmem ki daha başka nasıl ifade ederim...
18 yaşıma girdiğim gün beklediğim o otobüse valizimi veren o adam vardı çünkü. her girdiğim vizeden önce ona ağlandım, her kaldığım ders için babamdan çok Ondan azar yedim, hiçbir büt'e çalışmadan gidemeyişimin sebebidir gelip başımda beklemesi ben ders çalışırken...
ne çok emek...
minneti ifade etmek zor. hele bana çok zor... yazarım ben zira, söyleyemem. okumaz zira kocam, söylemiş olamam. beraber yaşamaya başlayışımızın 365'e tam bölünüşünü kutlamak için birkaç sözcüğü gereğince ve duygusal içeriğince bir araya getirip ses tellerimi işe koşup bir de atmosfere salamam.
ama şimdi biri bana say
çalışmayan kadın yoğun radyasyon saçar
"şimdi dün komşu teyze vıdı vıdı, vır vır, +dır dır, faln filan, annem de aradı sonra işte dedi ki şöyle böyle, şudur budur, sonra ben de ona dedim ki napayım, şöyle şöyle dedi, ben de böyle yaptım. sen beni dinliyo musun? hı tamam. sonra işte başım ağrıdı, baş dediysem sade baş diil. böyleyken böyle, ıvır zıvır. ha bu arada babaannemin amcasının kaynının küçük kardeşinin ilk kocasından olan oğlunun üvey kızı da varmış düğünde. vır vır, dır dır.. uyumadın di mi? hı işte annem dedi ki onlar ona yarım altın takmış ama ötekiler gram falan filan bak sen şu işe. sonra işte benim ilkokul arkadaşım feraye boşanmış bi de evlenmiş. hem de kocası ressammış, ilkokuldayken resimlerini ben vıdı vıdı.. aaaaa, uyuma ama ya bi şey anlatıyom. hıh tamam. sonra işte benim de elime iğne batınca, ben bi irkil. mahallenin çocukları vır vır... ha bi de okuduğum kitap var ya, dün anlattı hani o akademisyen adam sen arkadaşıyla.... uyudun mu? ya uyudun mu ya?
böhüüğğğğ... biliyom zaten sevmiyon sen beni. hep böyle yapıyon! aaaağğğğ... giiiit. anlatmıcam git. annenin kaderi kıza diye boşuna dememişler. üühhüüüü... yok bi şey, ağlamıyom ben!+ uyu sen. uykuyla evlenseydin. aaaaağğğğ..." güm!
böhüüğğğğ... biliyom zaten sevmiyon sen beni. hep böyle yapıyon! aaaağğğğ... giiiit. anlatmıcam git. annenin kaderi kıza diye boşuna dememişler. üühhüüüü... yok bi şey, ağlamıyom ben!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)