dün, çamaşır suyu döktüğüm koltuğun kahrıyla; lekesi çıkmayan pantolonumla, kocamın istediğim tarihe ayarlayamadığı izniyle, sophie'nin hayal kırıklığıyla, gidemediğim tatille, kestiğim elimle, alamadığım elbiseyle, yettiremediğim maaşımla, uyuz olduğum komşumla ve bir dünya saçmalıkla dertlenip doldurduğum günüm benim için her gün kadar normaldi.
çünkü ölemezdim. bir hastalığım yoktu, yaşlı değildim.
sevdiğim kimse de ölemezdi, annem mesela, kocam, kardeşim. hiçbiri beni bırakıp gitmek zorunda kalacakları bir işarete sahip değildi. kaldı ki zaten gitmezlerdi, beni böyle bir başıma burda bırakıp gitmeye gönülleri el vermezdi.
hatta kimsenin kimsesi ölemezdi. ölenler görmüştüm nasılsa evvelce, gördüklerim yeterdi.
ama sabah gördüğüm, bir hafta öncesine kadar en son belki de 3 yıl önce gördüğüm Burak'ın gitmiş olduğuna dair haber bu dünyadan; sarstı beni, durdurdu. biri bastı sanki ağır çekim butonuma, vurdu sanki kafama bir sopayla.
ne için acaba, onca hırs, onca öfke, onca çaba.
bir varsın, bir yoksun işte.
her şey ne kadar basit işte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder